10/21/2011

Her sakallı deden, her histeri vicdanın değil

O değil de eskiden evlerde sadece misafir geldiğinde açılan odalar vardı. Bu odalardaki eşyaların üstü örtülü dururdu. Koltukların yüzü unutulur, yeniden görünce şaşırılırdı.

Terör lanetçileri, vicdanınız, duyarlılığınız, yaşam aşkınız, tıpkı bu odalar gibi, ruhunuzun karanlık köşelerinde yeni misafirler bekliyor. Sadece medya "şehit" haberleri pompaladığında oraya girip oturacak bir koltuk aramaya başlıyorsunuz. Ruhunuzun bu misafir odalarında sakladığınız vicdanlarınızı o kadar uzun süredir görmüyorsunuz ki, artık o odadan vicdan yerine intikam, kin, ve öldürme arzusu çıkardığınızın farkında değilsiniz. Vicdanlarınızın üzeri o kadar uzun süre örtülü kaldı ki artık onun hangi örtünün altında olduğunu unuttunuz.

Ulus devlet histerisi ve bu ekonomik olmayan ekonomik sistem dünya üzerinde milyonlarca insanın dilini, evini, huzurunu ve yaşama hakkını elinden aldı. Bir düşünün isterim hırsızın hiç mi suçu yok?

Terör lanetçiliği ve intikam arzusu beyinsizliğin bir göstergesidir. Sırrı Süreyya'nın Einstein'dan aktardığı gibi, “Ahmaklığın en büyük kanıtı aynı şeyi defalarca yapıp farklı sonuçlar beklemektir.”

Nasıl? Pardon... Gencecik insanların ölmesine çok mu üzülüyorsunuz? Yürüyün gidin lütfen. Önce ruhunuzun karanlık odalarına girip doğru örtüyü kaldırın hele. O zaman bu ölümleri nasıl engelleyeceğimizi konuşabiliriz. Şu halde üç vakte kadar gelecek yeni ölüm haberlerinin zeminini hazırlamaktan başka hiçbir şey değil yaptığınız. Kan ve intikam isterken göz yaşlarınızın hiç kıymeti yok.

Unutmayın şehit diye bir şey yoktur, Kandil aslında kapı komşunuzdur ve vicdanınızı bulduysanız eğer 29 Ekim’in diğer 364 günden hiçbir farkı yoktur.

10/19/2011

Bu mudur?

O değil de insanlık yozluğun geri dönülemez noktasından geçti mi ki? Bu soruyla, bu hisle yaşamak çok zor.

beni hoyrat bir makasla
eski bir fotoğraftan oydular
orda kaldı yanağımın yarısı
kendini boşlukla tamamlar
omzumda bir kesik el
ki durmadan kanar

ah kavaklar, kavaklar
acı düştü peşime ardımdan ıslık çalar

10/07/2011

Klişe ve Gerçek, Bir Sınır Sorunsalı ya da Pahalı Ayakkabılar*

O değil de klişeyle gerçek arasında çok ince bir çizgi varmış. Bugün bunu öğrendim. O çizginin civarındaydım ama ne tarafta olduğumu bir türlü kestiremiyordum. Bir çift ayakkabıya 250 lira verirken aydınlandım.

Ayak sağlığı çok önemli.

Ayakları şımartmak lazım.

Sonuçta beni ayaklarım taşıyor onlara önem vermeliyim.

Ucuz ayakkabıyı bir yıl giyersin, pahalı ayakkabıyı 4-5 yıl giyersin ordan zaten kendini amorti eder.

Olum çok şık ayakkabılar lan bunlar, X Kundura’da hayatta bulamazsın böyle şeyleri.

….

Ve benzeri cümleler kafamın içinde gezerken aldım ayakkabıyı. Ve tüm bu cümlelerin bir gerçeğe mi işaret ettiğine, yoksa dövülesi klişeler mi olduklarına bir türlü karar veremedim. Yardımınıza ihtiyaç duyuyorum. Acınası haldeyim, o kadar zavallıyım ki yaşanmışlık sözcüğünü cümle içinde bile kullanabilirim. Öyle sefilim yani. Kurtarın beni bu işkenceden.

*Bkz. bir akademik başlık atma yöntemi olarak klişe**

**Bkz. bir akademik başlık atma yöntemi olarak klişe***

***Bkz. bir akademik başlık atma yöntemi olarak klişe****

**** ........ zçar