4/14/2014

Dümdüz yazıyorum



Sonra belki süsleriz de. 13 nisan pazardı. Bu bloga giriş yazısını yazmamdan yaklaşık 6 yıl sonra. Önceki gece bizde kalan bir çifte yatağımı verdiğim için bro’nun yatağında uyandım. (fiilen yalnız yaşadığım koca ev ve kendimden biz diye bahsetmem yadırganmasın) Yatağımı verdiğim çift sabahın 8'inde usulca çıkarlarken duymuştum. Salonda uyuyan Didem’in hala orada olduğundan emindim. (oturduğum evin iki katlı olması yadırganmasın) Salona indim. Didem uyandı ve hemen çıkmasının gerekliliğini anlattı ve çıktı. Semi’nin beni davet ettiği bruncha gitmekte tereddüt ettim. Bir gece önce Didem’in ısrarıyla telefon numarasını istediğim, yaklaşık üç hafta önce gayrı meşru yollardan attığım bir mesaj ve peşi sıra yolladığım mesajlardan hoşnut olmadığını anlamama rağmen her nasılsa randevu kopardığım, buna rağmen hala ‘face’ te arkadaşım olmayan ancak o gün saat 5 için sözleştiğimiz hanımefendiyi buluşma yerini öğrenmek için ne zaman aramam gerektiği konusunda tereddüt ettim. (hiçbiri yadırganmasın) Randevuya gitmek konusunda tereddüt ettim. Dişlerimi fırçaladım. Bu aralar sabahları dişlerimi fırçaladıktan sonra 5 dakika öğürerek öksürüyorum. Öğürdüm, öksürdüm. Giyindim. Bahara uygun giyinmek istedim. Bahara uygun giyindim. Bruncha gittim. Şampanya içtim.(kahvaltı etmeden şampanya içmem yadırganmasın) Bir Hollandalı'ya mandabatmazın ne demek olduğunu anlatmaya çalıştım. Zümbrüt’ün saçlarının nasıl da ağarmış olduğunu farkettim.(Birinin adının bu şekilde yazılıyor olması yadırganmasın) Saçma sapan anılar anlattım. Randevudan önceki son 2 saatimi geçirmek için stüdyoya gittim. Sakalsızlığım bir kere daha kutsandı ve kutlandı. Gençleştim. Sonra gecenin ilerleyen saatlerinde, döndüğüm gençliğin, benim gençliğim olmadığı saptanacaktı. Randevu yerine gittim. Birgün gazetesinin tamamını okudum. Gelmeyebileceği ihtimalini hatırladım. Aramakta tereddüt ettim. Geldi. O doğduğu zaman 6 sayısını ne kadar sevdiğimi hatırladım, dile de getirdim. Güdük ilişkimizi yapısöküme tabi tutmaya çabaladım. Sorular sordum. Öğrendim. Bana, yazdıklarımı ne şartlarda okuduğunu anlattı, ben ona ne şartlarda yazdığımı anlattım. (Sizin bunları ne şartlarda okuyacağınız konusunu umursamıyor olmam yadırganmasın) Sinemaya gitmeye davet ettim bir gün. Kabul etti.  En son neden geldiğini sordum. ‘Bir arkadaşına senden pek de bir şey eksiltmeyeceğini düşünerek bir şey yaparsın ya, onun gibi bir şey’ cevabını aldım. Düşününce bana acıdığını buldum. (Kahvaltıdan önce şampanya içen birine acıması yadırganmasın ) Ayrılırken sarıldı. Sevindim. Edin’e rastladım. (Birinin adının Edin olması yadırganmasın) Edin bir alem çocuk. Atlas sinemasına gittik, mesela yıkılmamış olsaydı Emek sinemasına gidiyor da olabilirdik. (Yıkılmış olması kuvvetle yadırgansın) Muhsin Bey’e bilet sorduk. (Restore edilmiş bir Muhsin Bey’i sinemada izlemek istememiz yadırganmasın) Muhsin Bey’e bilet yoktu. Kapıda o seansta Atlas’taki filme bilet satmaya çalışan adamdan filmin ne olduğuna bile bakmadan iki biletini aldık. Juliette Binoche'lu romantik komedi galasına girdik. Bir frigo karşılığı göğsüme, tam kalbimin üstüne nabız ölçer taktırdım. Film başlamadan frigoyu bitirdim. Çişimi tuta tuta izledim. Filmden önce Edin bana bira ısmarlamıştı. (Filmden hemen önce bira içen birinin film boyunca çişini tutması yadırganmasın) Film Shakespeare'ın ‘bir yazgününe mi benzetsem seni’ dizesiyle bitti. (Pek çok çeviri arasından bunu seçmem yadırganmasın) en azından bu filmi izlerkenki kalp atışlarım, bir grafik halinde elimde olacak diye sevindim. Sakalsızlığıma şaşıracak birkaç insan daha gördüm. Bar inşa planı konuştum. Eve döndüm. Çok huzurlu sayılmazdım. Yaşlanmış da hissetmiyordum. Döndüğüm gençlik benimki değilse kimindi? Asansörden inerken bir an için, aynada kendimi Jim Morrison'a benzettim. (Birkaç gün önce üç Yoko Ono ile otururken, ismi Agit olan bir garson; pek çok iltifatın ardından beni John Lennon’a benzetmişti. (Böylesine adıgüzel ve tatlı birinin beni John Lennon’a (senin John Lennon’la ne alakan var diyenlerin, saçımın uzamış olduğunu ve o sırada yuvarlak gözlüklerim olduğunu bilmemesi yadırganmasın) benzetmesinin ardından kendimi bir an için Jim Morrison’a benzetmem yadırganmasın))(parantez kullanmaktaki becerimin mühendislik formasyonu almış olmamdan kaynaklanıyor olması yadırganmasın) Viskim kalmamıştı. Uyuşturucu da kullanmıyordum. Ölmek için 27 yaşına dönmeye çalışan, 30 yaşında, kaybeden bir rockstarın bir pazar gününü dinlediniz, dedi radyodaki ses. Kaç pazar daha vardı acaba? Bu arada tabi ki hanımefendiye yine bir e-mail gönderdim. Ekinde de şu şarkı vardı. (Buraya kadar hiç paragraf yapmamış olmam yadırganmasın)

dinlememiz yadırganmasın


meanwhile, somewhere/ aynı zamanlarda, bir yerlerde
(ingilizce biliyor olmamız yadırganmasın)
yani bunlar olurken ya da bu yazı yayına hazırlanırken, ismet özel’in jazz’ı, bilinen tüm jazzlardan daha çok yürürlükte idi. (ismet özel’e rağmen ismet özel’i sevenlerin birleşmesini istemem yadırganmasın) Aleksi, Paris’e bilmemkaç kilometre ötede, hiç ziyaret edemediğimiz yerleşkesinde, belki bizi ne kadar özleyip sevdiğinin farkındayken; dünya insanının ya da onun şehirlerinin dertlerine kafa yoruyordu. Saçlı İstanbul’a gelmeye hazırlanıyordu. (Saçlı, saçlarının bir kısmını döktü, yaşasın hem eski hem yeni saçlı diye haykırmam yadırganmasın) Dânâ, bir isim bulmaya çalışıyordu. (Kamuoyu önünde ona isim önerimin ’Agit’ olduğunu açıklamam yadırganmasın) Yutun beraber beklediğimiz barbarları nasıl karşılayacağımızı düşünüyordu. (Bizim beklediğimiz barbarların Dânâ’nınkilerden farkının ayrı bir yazının konusu olması yadırganmasın). Adını zikeredemediğim pek çok dostumuz da sevdiğini söyleyebileceği ne kadar dostunun olduğunu farketmekteydi.

Saçımız, sakalımız bugün var, yarın yok. Ya da bugün yok, yarın var. Saçımızın ve sakalımızın tırnaklarımız gibi, öldükten sonra bile bir süre uzayacağının farkında olmamız yadırganmasın. Farklı barbarlarımızın olması yadırganmasın. Siz siyasetteydiniz bir noktada, bu yazıyla siyasetten uzaklaşıp siyah ete yada bir siyah sete gitmemiz yadırganmasın.

Neticede burada yazılanlar  ha yal ürünü ha hayal ürünü. 'Yal'ın bulmacalarda çok sorulan bir kelime olması ve köpek yiyeceği demek olması yadırganmasın. Köpek yiyeceğinin ürününün köpekteki enerji olduğu da

1 comment:

kağıt faresi said...

bu yazıyı neden 11 kez okuduğum yadırganmasın