9/27/2008

P or ~P

O değil de, madem metaforik de olsa mütemadiyen sürecek olan ifşa maiyetinde bir paylaşımın eşiğindeyiz, ben bu yolculuğun keli korkutan, korkudan sıçırttıran bir olası sonucuna parmak basayım diyorum. İçe kaçma korkusu.
Efendim şöyle izah edeyim durumu: İnsanlar ikiye ayrılır bence, (bkz Erdem, Reha Korkuyorum Anne) otobüste uyuyabilenler ve otobüste uyuyamayanlar. Ben ikinci gruptayım ve birinci gruptakilere inceden uyuz olduğumu belirtmem gerek. Çünkü çilemiz büyük. Hele bir de pencere kenarında oturma takıntınız varsa iyice sıçtınız demektir. Çünkü yanınızdaki fosur fosur uyurken onu kıskanmanız ve yol boyunca sırf bunun sinirinden uykunuzun zaten on kere daha kaçması bir yana, bir de bu uyuyan zat, horlar, elini kolunu başını bacağını senin üzerine atar. Hayır sen de uyusan sarmaş dolaş yolun nasıl geçtiğini anlamayacaksın ama gözler faltaşı gibi, kulakta musiki, yanında bir kişinin zor sığdığı otobüs koltuğunda yuvarlanarak uyuma edimini (ki ikiz yatak fenomeninin temel taşıdır.) gerçekleştirmeye çalışan bir beşer... Mola yerinde de uyanmak bilmez bu beşerlerin bir kısmı. Uyku tutmayan bir insan olarak inip sigara içmek (ki bu da uyuyamayanın bir paradoksudur, çünkü sigaranın yanında illaki bir de çay içer. Gecenin 4ünde mola yerinde çaya sigaraya abanan biri iflah olur mu a dostlar. Olmaz alexander, ayran içceksin, yanlış yapıyosun.), bacaklarını açmak, işemek, dolaşmak, aynı otobüsü ve aynı koca geceyi paylaştığın güzel kadınları kah ayran sırasında kah sigara tüttürürken izlemek istersin, yapamazsın. O sırada dışarıda olsan bir çırpıda geçiverecek olan 30 dakikalık mola, bitmek bilmez. Artık tek yapabileceğin beklemektir. Evet, bu sıkıcı 30 dakikanın sonlarına doğru çok kısa olsa da bir meşgale geçer eline; insanlar yavaş yavaş otobüse dönmeye başlarlar ve bu insanların bir kısmı da tabi ki az önce bahsi geçen güzel kadınlardır. Koltuk numaralarını tespit etmeye çalışırsın bu şahane-i beşerlerin. Uyuyamayanın cinsiyeti ve cinsel tercihine bağlı olarak bu şahane-i beşerler de çeşitlilik gösterir tabi (ki Kant da ne demişti, we impose order upon world. Diil mi a dostlar? ki bu durumda “beşer şaşar” önermesi de geçerliliğini yitirir gibi olmuyor mu? Varsın yitirsin. [bkz. Paranteze hapsolmak]) ve dahi bu meşgale ‘şahane/koltuk sayısı’ oranına bağlı olsa da en fazla 5 dakika oyalar sizi. Sonra ışıklar söner, kulağında kimbilir kaçıncı parça çalmaktadır. Sonra da...
Sonra yolculuğun korku dolu dakikaları başlar dostlar. Evet aniden başlar. Molada ayranını içmişlerin horultuları gökkubbeyi sardıkça, sen koparsın o kubbenin gerçekliğinden. Hafiften motor sesi, ağırdan insan nefesi, mp3çalardan musiki sesi... Başka hiçbir uyaran kalmaz etrafında. Ve evet dostlar o anda içine kaçarsın. Evet evet kendi içine.
İşte bu dört cengaverden (diğer cengaverler ‘az saşlı’ diyerek kibarlık etseler de aslında) kel olanı içine kaçmıştır. Yolculuklar onu hep içine kaçırtmıştır. Çaresiz gezer durur içerde. Bir geçmişe uğrar, bir geleceğe. Ve bu içerdeki yolculuğun hızı, dışardakinin hızından kat be kat fazladır. O kadar hızlıdır ki, sinir sisteminin kontrolünden bile çıkar bi yerden sonra. O yerden sonra kaslar gerekli tepkileri veremez olur. O yerden sonra cengaver artık mimiksizdir. O yerden sonra dışarıdakiler, içeridekileri göremez olur.
İşte durum az çok böyle. Bilirim biraz havada kaldı ‘içe kaçma’ mevzu. Lakin herşeyi yere indirmek olmaz ilk yazılarda. Zamanla dostlar, zamanla...

No comments: