6/07/2010

Özleme ediminin bilince bağlı formları üzerine

Ya o değil de özlemek diye bir şey var. Bir konsept olarak özlemek ikiye ayrılıyormuş, geçen gün bunu öğrendim. İlginç bence. O yüzden yazıyorum. Yoksa niye paylaşmak isteyeyim. İlginç. Şöyle ayrılıyormuş efendim bu özlemek; birincisi bildiğin, düz özlemek. Gözünde tütmek mi dersiniz artık, veremlere mi bağlarsınız mevzuyu, yoksa bağra, döşe daş mı basarsınız orası size kalmış. Bir yerden sonra bağıl bir durum neticede. Tarz meselesi; herkes durduğu yerde özler ama bir başka. Her kişinin özleyişi biriciktir arkadaş, başkasınınkine benzemez. Ortak nokta bunun, bilince aksi düşmüş bir hal oluşudur. Özleyen kişi özlemekte olduğunun ve özlediği nesnenin/öznenin ne/kim olduğunun farkındadır. Düz özlemek işte ya. Cümle içinde kullanacak olursak, “Dayımı özledim.” ....bakiyim..... oldu gibi. İşte böyle bir şey.

İkincisi ise, "görünce özlediğini anlamak" şeklinde komplikasyonlara neden olan gizli özleme. Şimdi bu ikincisi biraz tırt gibi geliyor olabilir kulağa. Gerçekten de var bir mallık. Ama insanı düşündürtmüyor da değil. Birinci kategori üzerine düşündürüyor insanı. 

Genelde gizli özleme yalan bulunur. ‘yürü git.’ ‘hadi ordan!!’ falan gibi tepkiler verilir bu duruma. Ama sakin olup düşünmek lazım. Keskin sirke, salatayı bozar. Böyle yamuş yumuş büzüşür sebzeler; aşırı plazmolizden erken yaşlanma meydana gelir. Sonra gel de ye o salatayı. Yenmez. Dök çöpe gitsin mundar oldu artık o. 

Sakin olacaksın ki salatan böyle canlı kalsın, her renk kendini muhafaza ettiği gibi bütünlüğe de hizmet etsin. Domates domatesliğini, marul yeşilliğini, kıvırcıklığını bilsin. Kendine soracaksın arkadaş. ‘Aay seni çok özlemişim.’ diyerek boynuna atılmaya yeltenen bu densize ‘YALAN!!!’ diye yakarıp tokadı patlatmak yerine, önce kendini masaya yatırcaksın. ‘Yahu’ diceksin, ‘ben, aha bunun gittiğinin ertesi gününden beri özledim diye parmak eskitmeye başladım.’ diceksin. Sonra hatırlayacaksın arkadaş. Özlerken yaptıklarını tek tek düşüneceksin. Okadarözledimki’ler, şöyleydi böyleydi diye özleme tasvirleri, giderek artan ve söyleyen-dinleyen, yazan-okuyan kimsenin anlamadığı bir soyutluk, öyle bir romantizm kolpası yani, dırdır bırbır falan fiskos, vs. Şimdi ise kudura kudura özlediğimi iddia ettiğim bu pek muhtereme naralar eşliğinde tokat atmak üzereyim la ben, diceksin. Bu muymuş arkadaş olayın? Sor bunu kendine. Çünkü özeleştiri candır. Vereceksin özeleştiriyi. Böyle mi özlüyor muşum ulan ben? diye soracaksın kendine.

Yaptın mı bunu? Sonra yine tokadı at istiyorsan.

Dur! Atma hemen. Bir de karşındakinin yüzüne bak. Tokadı atacağın yeri kesmek için değil, görmek için bak arkadaş. O, huzurlu. Yüzünde gerginlikten eser yok. Gözleri kısık, yüzü gülüyor. Çünkü seni gördüğü için sevindirik olmuş garibim. Tamam arkadaş biraz mal, zihin tembeli falan filan... ama üstüne vardırmam ben bu garibin. Bundan sonra ona el uzatan, dil çıkaran, nanik yapan beni bulur karşısında. Baksana garibimin yüzünden akan eblehliğe. Mutlu la işte, seni görmüş sevinmiş, rakım: 3000m. Kim bilir kafasında ne anılar oynaşıyor. Kıyma safıma, atma o tokadı. Aç hele kollarını, sarıl bak neler oluyor. İçin böyle gıcış gıcış kamaşmazsa şerefsizim.

Zaten baktın kamaşma falan yok, o zaman yapıştır tokadı, ses gelsin.

No comments: