1/25/2011

EVET EVET EVET, kabul ediyorum evet.

O degil de bu ‘yetmez ama evet’çilerin hali ahvaline fena takıldım ben arkadaş. Çok pis düşünüyorum onları. Böyle pis pis düşüne düşüne taktım işte kafayı. Kafayı atsaydım daha mı iyi olurdu acaba? Bilemiyorum. 
Bir hafta kadar oldu Yargıtay’ın bekaret konusundaki ilginç tavrı gazetelere haber olarak düşeli. Yargıtay bekaretin evlenen kadında bulunması gereken bir vasıf olduğuna karar verdi. Dahası söz konusu karara vesile olan davada, kadının bakire olduğunu söyleyen raporlara değil yeni evlendiği karısının bakire olmadığını söyleyen adamın sözüne biat etti bütün yargı. Bu olay façabuk profil sayfalarında da paylaşılmak suretiyle hepimizin aklına şaşkınlık olarak yansıdı.

Bana bu yazıyı yazdıran ise bu paylaşımlardan birinin altına bir arkadaşımın yaptığı “Yargıtay her zaman milliyetçi, ahlakçı ve ataerkil bir kurum olageldi. Niye bu kadar şaşırdığınızı anlayamadım.” şeklindeki yorum. “Yargıtay'ın milliyetçi, ahlakçı, ataerkil olduğuna inanıyorsun da, AKP'nin totaliter, baskıcı, ahlakçı, islamcı, ataerkil olduğuna niye inanmıyorsun? Yoksa göl gerçekten maya tuttu da biz mi kaçırdık?” dedim ben de kendi kendime. Sonra ulan niye kendi kendine söylüyorsun bunları diye sordum kendime. Sonra niye kendi kendine soru soruyorsun ortağım diye kızdım kendi kendime, sonra niye kendi kendine kızıyorsun salak mısın derken aklıma burası geldi. Blogumuz var lan, aslanlar gibi yazarım yazımı, yaşasın sanal medya diye bağırdıktan sonra, bir daha kızdım kendime. Baktım olacak gibi değil, önce bir soğuk duş alıp sakinledim sonra da oturup yazdım gitti.

Şimdi bence bu ve benzeri olayları hala 'zaten böyleydi ne bekliyorduk ki' hissiyle münferit olarak okuyorsak (ki bence doğru bir okuma değil) bu bile, mevcut iktidarın 10. yılına yaklaştığını göz önünde bulundurduğumuzda, siyasal islam gölüne bir kaşık demokrasi söylemi çalmanın kaymaklı yoğurtla sonuçlanmayacağının göstergesidir. Kaldı ki bu şekilde yorumladığımız her olayda mevcut olan başka bir potansiyeli biraz daha gözden kaçırıyoruz, akp'nin bütün bu 'münferit'lerdeki temel prensipleri evrenselleştirebilecek bir potansiyele sahip olduğu unutulmamalıdır. söz konusu yukarıdaki olayda mahkemenin gerekli vasıf olarak tayin ettiği bekaretin bu haliyle bir yasa tasarısı olarak meclise gelme ihtimalinin küçümsenmeyecek kadar yüksek olduğu apaçıktır. akp'de bu kibir, özgüven, ataerkillik, fütursuzluk, kısacası bu potansiyel var.

Türkiye İran olacak demiyorum. Bunun olabileceğine inanmıyorum. Dahası mevcut siyasi-ekonomik projenin bu kadar kof olabileceğine inanmıyorum. Amma velakin, AKP’nin mazlumluğuna ve demokrat vitrinine kanan (ki bu artık bir çok kişi tarafından terk edilmiş fena halde iyimser bir yorumdur) bunca sözüm ona, solcu, ezilenden yana, aydın, kanaat önderi, okumuş etmiş genci yaşlısı insanın ben ve benim gibi düşünenleri çılgınca bir indirgemecilikle şeriat korkusunun titrettiği akılsızlar olarak görmesi ve referandumda verdiğimiz hayır oylarını veya boykot kararlarını, chp’cilikle, 12 Eylülcülükle suçlayarak olası her tartışmayı yokuşa sürmesi, faydalar faydası fikir teatisinin yolunu tıkaması, kısacası çamura yatıp üstüne bir de yuvarlanması beni düşündürüyor. Yetmez ama evetçilerin samimiyeti üzerine istemeden düşünüyorum.

Şimdi bu arkadaşlar ‘yetmez’ diyerek neye işaret ediyorlardı? Birkaç şey olabilir. Mesela tamam demişlerdir, 12 eylül anayasasını istemiyoruz, siz de şimdiye kadar askeri vesayetten çok çekmiş mazlum insanlara benziyorsunuz, varın değiştirin anayasayı ama biz şerh koyuyoruz demek istemiş olabilirler. Nedir bu şerh,şu kuşkudur mesela: “Anayasayı yenileyeceksiniz ama bakalım demokratik olacak mı?” Gözümüz üstünüzde demektir bu.

Gözleri üstlerinde mi peki? Benim gördüğüm kadarıyla bir çoğu sus pus oldular olan bitenler karşısında, utandılar mı verdikleri karardan artık nedir bilinmez. Ama bazıları ise – ki bunlar yazar çizer ve bolca okunur insanlar – yiğitliğe bok sürdürmemek adına olsa gerek akp’ye de bok sürdürmemeye başladılar. Mesela alkollü içkilerle ilgili yasal düzenlemeleri sıradan bir AB düzenlemesi olarak okumak gerektiğini vurguladı bu insanların bir kısmından oluşan bir örgüt. Hani şu tayyip* zulmüne değil teşekkürlerine nail olmuş olanlardan biri var ya, o işte. Bildin mi? Neyse bunu böyle görebilmek için silah ruhsatı alabilme yaşını 18 ila 21e indiren yasal düzenlemelerden haberdar olmamak lazım. Bu iki değişikliği bir arada okuyamamak için ise gerçekten ya dalgınlığın daniskasını yapıp ikinciyi gözden kaçırmış olmak gerekiyor, ya da samimiyetsiz, iki yüzlü olmak gerekiyor.

Uzun lafın kısası, yetmezin altını doldurabilmek için samimi olmak gerekiyor arkadaş, yetmeyen yerde yeteni talep edebilmek gerekiyor. O talebin sonunda sahte suçlamalar ve belgelerle mahpus damını boylama ve içeri girerken sırıta sırıta dışarı çıkmakta olan hizbullahlarla karşılaşma ihtimali olsa bile… 
O sebepten, kamuoyunda ‘yetmez ama evet’ sloganın sözcüsü addedilen unsurlara sesleniyorum. Direk ‘evet’ olsun sloganınız. Hatta EVET olsun. Çünkü sandıktan evet çıkmış olması size yetmiş görünüyor. Yetmez’in altı boş kaldıysa kaldırıp atacaksın arkadaş. Ne kafalar karışsın, ne de niyetler değil mi? Ak göt kara göt çıksın ortaya.

(*yazarken fark ettim ki, tayyip yazıp boşluk bırakınca baş harf otomatik olarakbüyüyor. T oluyor çat diye. İlginç geldi, bir de mehmet yazıp boşluk bıraktım. Durum aynı. Allah allah dedim bir de ali yazdım olmadı. Küçük kaldı. Vaktim olmadığı için başka isimlerle deneyemedim ama yakın zamanda deneyeceğim. Yine de aklınızda bulunsun, bu wordün türkçesi sünni olabilir diyerekten haydi yandan.)

No comments: